Türkiye (Anadolu) gerçek turizm sermayesi bakımından bırakın Avrupa kıtasındaki rakiplerimizi, tüm dünyanın en zengin coğrafyasıdır.

Geçenlerde Antalya Kent Konseyi’nin düzenlediği bir çalıştayın turizmle ilgili panelinde duayen bir turizm uzmanı dostum ülkemiz Türkiye’nin toplam turizm yatırımlarının, yanlış hatırlamıyorsam, yüz milyar doları aştığından söz etmişti. Anlayabildiğim kadarıyla bunun büyük bir miktar, büyük bir yatırım olduğunu vurgulamaya çalışıyordu. Turizm sermayesinden, yatırımlarından kastedilmeye çalışılanın ağırlıklı olarak konaklama tesisleri yatırımları olduğu anlaşılıyordu ya da ben öyle anladım. Bu miktara her türden (alan tahsisi, kredi, vb.) turizm teşviklerinin dahil olup olmadığını da merak etmiyor değilim. Ama asıl merak ettiğim bu konular üzerinde derinlemesine çalışmalar yapılıp sektörün röntgeninin çekilip çekilmediğidir. Ülkenin lokomotif sektörü için buna benzer akademik çalışmaların, aradan yarım yüzyıla yakın bir zaman geçmiş olmasına karşın, belirli aralıklarla yapılmış olmadığını ancak yapılmış olması gerektiğini düşünüyorum, talep ediyorum..

Panel konuşmacılarından biri olarak sıram geldiğinde konuşmama yapılmış olan 100 milyar doların üzerindeki turizm yatırımlarının ülkemizin turizme konu kaynak değerleri, gerçek turizm sermayesi ile karşılaştırıldığında küsurat olarak bile görülemeyeceğini iddia ederek başladım ve sadece panelin yapıldığı Antalya Müzesinde sergilenen eserlerin toplam değerinin yüz değil yüz milyarlarca dolar değerinde olduğunu ekledim. Yaklaşık yarım yüzyıl önce, şimdilerde bu müzede sergilenen bir tek sikkenin (Elmalı/Bayındır dekadrahmisi), illegal yollardan, 650 bin dolara dolara satılmış olduğunun tanıklığını yapmadık mı? gerisini siz hesaplayın ve kültürel değerlere doğal değerleri de eklemeyi unutmayın.

Yapılan yatırımlardan gururla söz etmek hakkımızdır ve yerindedir. Ancak bu yatırımların getirisi üzerinde de kafa yormak görevimiz olmalıdır. Yılda 60 milyon turist getirmek önemli, kutlanacak bir hedeftir kuşkusuz. Ancak bu yatırımların eldeki kaynak değerlerle orantılı gelir getirmesi gerektiğinin hedeflenmiş olması gözden kaçırılmamalıdır. Yoksa ziyaretçi sayılarında dünya 6. olup gelir sıralamasında ilk 10 ülke arsına girememek gibi asimetrik bir durumla karşılaşmak olağan görülebilir.

Türk turizmi Anadolu’nun gerçek turizm sermayesini (doğal ve kültürel değer çeşitliliği, özgünlüğü ve zenginliği) dikkate almadan ya da çok sınırlı bir kısmına (deniz, güneş) yoğunlaşarak turizm yatırımlarını teşvik etmiş ve gerçekleştirmiştir. Deniz ve güneşi esas aldığımızda bile Türkiye Akdeniz ülkeleri arasında kıyı uzunluğu bakımından Yunanistan’dan (13 bin 670 km, adaları dikkate alınız) sonra ikinci (8 bin 480 km) sıradadır. Güneş tüm Akdeniz için neredeyse aynı cömertliktedir. Küçük illerimizden biri olan Turizmin başkenti Antalya’da bugüne kadar tanımlanmış 234 antik yerleşim yeri bulunmaktadır ve bu bir dünya rekorudur. Bir başka ifade ile bu kentte her 90 km2 alana bir antik kent düşmektedir. Üstelik bu kentler Roma ve Yunan dışında diğer Akdeniz ülkeleriyle karşılaştırılamayacak kadar farklı (pers, Frig, Hitit, Paleolitik, Tunç Çağı, Selçuk, vb.) kültürleri temsil ediyorlar. Antalya sınırları içinde 5 milli park bulunduran, Alageyiklerin anavatanı dünyanın ender coğrafya parçalarından biridir.  Ülkemiz 51 mili parkı ile rakiplerimiz arasında en yüksek sayıya sahiptir. İkinci sıradaki İtalya sadece 25 milli parka sahiptir. Aynı İtalya Unesco Dünya Mirası daimi listesinde 60, geçici listede 33 olmak üzere toplam 93 değere sahip iken Türkiye için bu rakamlar sırasıyla 21, 79 ve 100 dür. İtalya’dan daha fazla Unesco değerine sahip olmamıza karşın daimi listedeki değer sayımız İtalya’nın üçte biri. Üzerinde düşünmek gerek.

Meraklı okuyucular kısa bir bilgisayar gezintisiyle Türkiye’nin, Anadolu’nun gerçek turizm değerleri (bununla turistleri bu coğrafyaya çeken değerler katediliyor) bakımından Fransa, İtalya, İspanya, Yunanistan gibi rakiplerimiz ya da müşterilerimizle karşılaştırıldığında ne denli farklı, çeşitli ve zengin olduğumuzu kolaylıkla keşfedebilirler.  Anlaşılması gereken gerçek turizm değerlerinin gerçek turizm sermeyesinin bunlar olduğunun kabul edilmesidir. Bizim turizm sermayesi, yatırımı olarak gördüğümüz şey aslında bu gerçek sermayenin en etkin ve en verimli biçimde ekonomiye dahil edebilme aracı olduğudur.

Meramımı daha net anlatabilmek için şöyle bir örnek yaralı olabilir mi? denemeye değer…

Kuveyt, 100 milyar varil üzerindeki rezerviyle yani doğal ve gerçek sermayesiyle dünyanın 6. Petrol üreten zengin ülkelerinden biri. Petrolü yerin derinliklerinden çıkarmak, rafinerilerde arıtmak ve pazarlayarak tüketiciye ulaştırmak gerçek sermayeyi ekonomik değere dönüştürmek için gerekli araçlardır sadece. Petrol olmadan diğer hizmetlerin bir anlamı olmayabilir. Kuşkusuz ki bu araçlar için de yatırıma, sermayeye ihtiyaç vardır. Ancak. Kuveyt’in petrol rezerviyle onları çıkarmak ve arıtmak için kullandığı pompa ve rafineri gibi araçları arasındaki ilişkiye ülkemizin gerçek doğal, kültürel sermayesi (iklim, dağlar, denizler, antik kentler, yemekler, vb.) ile konaklama tesisleri ve seyahat acentaları gibi araçları arsındaki ilişkiye benzetebiliriz. Fark anlaşıldı mı?

Bu açıdan baktığımda Türkiye (Anadolu) gerçek turizm sermayesi bakımından bırakın Avrupa kıtasındaki rakiplerimizi, tüm dünyanın en zengin coğrafyasıdır.  Biz gerçek turizm sermayemizin değerini kavrayamadık. Bunu kavramamıza izin vermediler olarak da ifade edebiliriz. Çok saçaklı bu savı abartılı bulanlarla (ki öyle olduğunu sanıyorum) her türlü tartışmaya hazırım. Turizmle ilgilenen herkesin bu tartışmalara katılmasının zorunluluğuna da yürekten inanıyorum.  Bilgi, deneyim, yaratıcılık, alın teri gerektiren tartışmalar yapılmadan “60 milyon turist 60 milyar dolar gelir” gibi sloganlar sahibi olduğumuz gerçek sermayeye çok dar gelir. Geliyor da, farkında mısınız?

Telegram Turizm Ekonomi