Turizm ve sürdürülebilirlik konusuna girmeden önce turizm olgusuna ya da kavramına geniş bir açıdan bakmanın, bakabilmenin önemi konusunda birkaç noktanın altını çizmek gerekir diye düşünüyorum. Anadolu ve onun özgün değerleri derinliğine anlaşılmadan, Anadolu’da turizm yapılamaz. Nedeni çok basit. Anadolu turizmin başladığı ve günümüzde ağırlığını kabul etmek zorunda olduğumuz iki farklı coğrafyanın ortasında, batı (Avrupa ya da Akdeniz de diyebilirsiniz) ile doğu arasında, her ikisine de ait değerlere sahip, köprü konumundaki tek coğrafyadır. Bir başka ifade ile Anadolu Avrupa, Asya ve Afrika değerlerini sunabilme şansına sahip tek coğrafyadır ve Anadolu biraz Avrupalı biraz Asyalı ve biraz da Afrikalıdır. Bu turizm anlamında çok değerli ve üzerinde kafa yormaya, derin analizler yapmaya değer bir konudur. Bu sadece turizmi değil politika, ekonomi, strateji, sürdürülebilirlik gibi çok farklı konuları da derinden etkileyen bir gerçekliktir. Türk turizminin bu görevi yerine getirmediğini kabul etmek zorundayız.

Örnek mi? Bir turist rehberi olarak 1980-199’ lı yıllarda bir hafta ya da 10 günlük bir Anadolu turu sonrasında sorduğum klasik soruma verdikleri cevap. Soru şuydu; bu süre içinde beğendiğiniz, aklınızda kalan, döndüğünüzde dostlarınıza anlatacağınız üç şey ne olacak? Yanıtların hemen hemen %70’i ya Türk yemekleri ya da ziyaret ettiğimiz bir köydeki (turistlerle ilk kez karşılaşan) insanların içtenliği oluyordu. Çarpıcı olan, hiçbirinin kaldığımız otelden, hatta Truva, Efes, Perge gibi ören yerlerinden söz etmemiş olmalarıydı. Programda varsa Hitit ya da Kapadokya gibi Anadolu’ya özgü ören yerleri de dile getirilen yanıtlar arsına girebiliyordu. Bu yanıtlar üzerinde kafa yormadan ne turizm ne de sürdürülebilirlik anlaşılabilir.

Bir başka örnek; Antalya Cumhuriyet Meydanı'nda (başka yerlerde de yaşanmıştır), ülkemiz turizmle tanışmadan önce de bir dünya markası olan, kahveyi ve kahvehaneyi dünyaya tanıtan Türkiye’nin (Osmanlı da diyebilirsiniz) turizm başkentinde Türk kahvesi servisi yapan tek işletme bulamamış olmamdır. Daha da ilginç olan, nedenini sorduğumda işletmecilerin verdiği yanıttır, turistler nescafe istiyor…

Türk hamamının yerini önce saunalarla sonra SPA’larla doldurarak turizm yaptığımızı sanmak sürdürülebilirlik kavramını anlamakta güçlük çekebileceğimizin başka arkaik ve somut örnekleridir.

Oya Narin: Artık üçüncü turizm hamlesine hazırız
Oya Narin: Artık üçüncü turizm hamlesine hazırız
İçeriği Görüntüle

İtalya, Fransa, İspanya dendiğinde ilk aklınıza gelenin ne olabileceği sorusuna vereceğiniz yatın ne olduğuna düşünün. Hiç birinizin yanıtını bir konaklama tesisi olamayacağından eminim. Düşündüğünüz yanıtların büyük oranda Pizza, dondurma, şarap, Eyfel, Louvre Müzesi, ekspresso, paella, flamenko gibi özgün değerler olabileceğini düşünüyorum. Yanılıyor muyum? Bu yanıtların hepsi sürdürülebilirlikle doğrudan ilgilidir.

Sahip olduğu göreli olarak dar bir alanda (22 bin km2) farklı kültürlere ait 234 tane antik yerleşim yeri bulunan (bu her 90 km2 alana bir antik kent demektir), dünyanın en büyük traverten platosu ve en uzun yalıyarları üzerine kurulu ender kentlerden biri olan Antalya’yı bu değerlerle tanışmadan, onlarla kültürel etkileşime girmeden otel- konaklama tesisi arasına sıkıştırılmış bir turizme mahkum etmek, bırakın sürdürülebilirliği turizm olarak bile tanımlanamaz. Bu bir ticari faaliyettir. Sonucunda kazanç da sağlayabilirsiniz. Ancak kesinlikle turizm değildir. Turizm ekonomik olduğu kadar sosyal ve kültürel etkileşimleri de kapsaması gereken bir alandır. Onun için ticaretin özel bir dalıdır ve ticaretten farklıdır.

Turizm sektörü, bir bütün olarak, ülkenin sahip olduğu son derece özgün farklı ve çeşitli değerlerini görmezden gelmeye devam ettiği ve bu yakıcı sorunlara çözüm üretemediği sürece bu ülkenin kaynaklarını değerinin çok altında getirilere mahkum eden bir sektör olmaktan kurtulamaz, ülkenin gelişmesine katkı sağlayamaz.

Telegram Turizm Ekonomi