Pulkovo Havalimanı, Türk Hava Yolları ve Grand Europe Hotel St Petersburg işbirliğinde düzenlenen St Petersburg tanıtım programında Turizm Ekonomi’yi temsilen katıldım. Bu enfes şehirle ilgili yazmaya başlamadan önce, bize ev sahipliği yapan Pulkovo Havalimanı Genel Müdür Yardımcısı Asiyat Khalvashi’ye ve THY St Petersburg Genel Müdürü Kerim Avanas’a misafirperverliklerinden dolayı teşekkürlerimi iletmek isterim.
Güne şampanya/Havyar ile başlamak, Grand Europa Otel
Yeni yıl yaklaşıyor. Bilinen Avrupa kentleri telaş içinde geleneksel yeni yıl, Noel kutlamalarına hazırlanıyor. Seçimler yapılmış, kararlar verilmiş, rezervasyonlar çoktan yapılmış olabilir.
Ancaaaak!
Gelin bu yıl alışkanlıkları bir yana bırakın ve çok farklı bir kentte çok farklı bir yeni yıl deneyimi yaşayın. St. Petersburg’da.
Sakın ha;
“Soğuktur” demeyin. Aralık-Ocak aylarında St. Petersburg’da ortalama en yüksek sıcaklık -2,30°C, en düşük sıcaklık -6,90°C arasında değişiyorken aynı değerler Viyana için 3, -1 ve 3, -3 arasında seyrediyor. Ek bir giysiye ihtiyaç duymadan, Avrupa kentleri için uygun gördüğünüz giysiler Petersburg için de uygun olacaktır. Petersburg’un büyüsü içinizi ısıtacaktır. Unutmayın, yılbaşı bembeyaz kar örtüsüyle de özdeştir ve Petersburg bu konuda da oldukça cömerttir…
“Uzaktır” demeyin. THY ile İstanbul-Petersburg uçuşu Viyana uçuşundan yaklaşık bir saat daha uzun ancak Paris uçuşundan, burun farkıyla, daha kısa. Yani fark sanıldığı kadar sorun değil. Üstelik Petersburg Havalimanı’nda gümrük/pasaport işlemleri için çok daha az zaman harcayacağınızdan emin olabilirsiniz.
“Pahalıdır” demeyin. THY, sunduğu kampanyalarla Petersburg’a Avrupa destinasyonlarından çok daha uygun fiyatlarla İstanbul ve Antalya’dan direkt uçabilme imkânı sunuyor. Üstelik konaklama, yeme-içme, alışveriş fiyatları Petersburg’u oldukça ucuz Avrupai bir kente dönüştürüyor. Havyarlı, şampanyalı kahvaltısı bir yana, neredeyse Petersburg kent tarihinin yarısına, 150 yıla tanıklık etmiş tarihi Grand Europa Oteli’nde birkaç gece kalmak bile başlı başına unutulmayacak anılarınız arasında sizinle yıllarca yaşayacak paha biçilmez bir yılbaşı armağanı, yeni yıl deneyimi olacaktır.
“Güvensizdir” demeyin. Petersburg güvenlik bakımından hiçbir Avrupa kentinden geri kalmadığı gibi bazılarından çok daha güvenli ve insancıldır. Petersburg’da geçirdiğim 5 gün içinde, özel olarak dikkat etmeme karşın, yaya geçitleri dışında caddelerde karşıdan karşıya geçmeye çalışan tek kişi görmedim. Hatta yaya geçitlerinde bile insanlar son saniyeye kadar yola adım atmıyorlar. Bu, yüksek bir toplumsal disiplin ahlakının işareti olarak değerlendirilebilir.
“Vize” demeyin; 16 güne kadar konaklama yapacaklar Petersburg (Rusya) için elektronik vize kolaylığı ile vizelerini Konsolosluğa gitmeden 3-4 günde alabiliyorlar. Bu da Avrupa ülkeleriyle karşılaştırıldığında göz ardı edilemeyecek bir fırsat…
“İyi tamam da Petersburg’da ne var?” derseniz;
Bir Avrupa kentinden beklediklerinizden çok daha fazlasını Petersburg size sunacaktır. Aslında 27 Mayıs 1703 tarihinde Çar 1. Petro –hani şu Batılıların “Büyük”, bizim “Deli” dediğimiz Petro– tarafından kurulan Petersburg, bir Rus kentinden çok biraz Venedik, biraz Amsterdam ve biraz da Paris havası taşır. Bu bir kentte en azından dört kenti birlikte yaşamak, gezmek anlamına da gelir ki Petersburg’un kuşkusuz en önemli özelliklerinden biridir. “Kuzeyin Avrupası” olarak adlandırılması bundandır. Petersburg’da keşfedeceğiniz ilk özellik onun bu ikili, kuzeyli/Avrupalı, yabancı/tanıdık karakteri olacaktır.
Fotoğraflar, bir sanat ve kültür kenti olan Petersburg’un yılbaşı/Noel süsleme ve etkinliklerinin Avrupa örneklerinden ne kadar farklı ya da benzer olabildiklerini gözlemlemenize yardımcı olabilir. On gün önce kenti dolaşırken yılbaşı/Noel süslemelerinin yerlerine yerleştirilmeye başlandığına tanıklık etmiştim. Benim için Petersburg, gördüğüm dünya (100’den fazla ülke) kentleri arasında yılbaşı/Noel dışı zamanlarda da en iyi ışıklandırılmış kentlerden biridir. Yılbaşı/Noel döneminde geceleri böyle bir Petersburg’la karşılaşacaksınız. Petersburg da 2026’da sizi bekliyor…
Gelin şimdi kenti keşfetmenin ilk adımlarını atalım…
Eğer edebiyattan hoşlanıyorsanız bilin ki Karamazov Kardeşler, Suç ve Ceza gibi romanların yazarı Dostoyevski bir zamanlar bu kentin 20 farklı adresinde 30 yıl yaşadı, 1881 yılında son nefesini bu kentte verdi. Farkında olmadan gezdiğiniz her sokakta, kumarbazlığıyla da ünlü bu ölümsüz yazarın izlerini arıyor, hissediyor olabilirsiniz. Sadece o mu? Bir düello sonucu genç yaşta ölen ünlü şair Puşkin, “Bir Delinin Hatıra Defteri” ile tanıdığımız Gogol, “Savaş ve Barış”, “Anna Karenina” romanlarının yazarı Tolstoy’un da aralarında bulunduğu pek çok ünlü yazara ev sahipliği yapmış bir kent burası. Tercihiniz müzik ise kanallar boyunca yürürken Çaykovski, Rimsky-Korsakov, Borodin gibi ünlü müzisyenlerin melodileri çalınabilir kulağınıza. Dünyanın önde gelen opera ve bale evlerinden biri olan tarihi (1860) Mariinsky Tiyatrosu’nun da bu kentte olduğunu hatırlatalım. Bilet bulunabildiğinde bir performansa katılmak muhteşem bir yılbaşı armağanı olur.
Sanat ve kültürden söz açılmışken müzelerden söz etmeden olmaz. Dünyanın en ünlü, en eski ve en zengin müzelerinden biri olan Ermitaj (Hermitaj) Müzesi, 1764 yılında Çariçe II. Katerina tarafından bu yepyeni kentte kurulmuştu. Yaklaşık 3 milyon sanat eserine sahip bu müzenin adı Rusların kullandığı şekliyle “Ermitaj”dır ve “inziva yeri” anlamına gelir. Ancak mülk sahibi Çariçe, binden fazla odası, 4 bine yakın kapı ve penceresi olan bu devasa sarayda gerçek bir inziva yaşayabilmiş olmalıdır. Nedeni, özellikle bodrum katında ikamet eden ve salonlardaki değerli sanat eserlerini kemiren fareler. Çariçe farelerle baş edebilmek için 1200 km uzaktan, Kazan’dan işinin ehli bir kedi ordusu getirtmek zorunda kalmış. Özel bir ekip tarafından gözetilen kedilerin göreve devam etmekte oldukları dikkate alındığında başındaki fare sorununun henüz çözülememiş olduğu anlaşılıyor. Ancak her gün binlerce kişinin uzun kuyruklarda bekledikten sonra ziyaret edebildiği müzede “inziva” ulaşılması mümkün olmayan bir düş gibi. Nazilerin 1941-44 yılları arasındaki istilası sırasında müzedeki eserler koruma amacıyla başka yerlere taşınmış ve müzenin bodrum katı sığınak olarak kullanılmaya başlanmış. Bu arada müze tutkunu kediler de müzeyi terk etmiş olmalılar ki fare nüfusunda bir patlama yaşanmış. Kedi açığı, Sibirya’da gönüllüler tarafından toplanan binlerce kedinin Ermitaj’a gönderilmesiyle kapatılabilmiştir. Sanıyorum gezegenimizde sanat eserleri kadar “kadrolu fare savar kedileriyle” de ün kazanmış bir başka sanat müzesi yoktur, olamaz gibi de görünüyor. Kediler hâlâ Ermitaj’ın bir parçası…
Petersburg’da gittiğiniz yer ve yönden bağımsız olarak günde birkaç kez güzergâhınız Nevski Bulvarı’yla kesişecektir. Ünlü binalar, mağazalar, restoranlar, kafeleri ile bu bulvar İstanbul’un İstiklal Caddesi’ne benzetilebilir ancak ondan 4 kat daha geniş ve 4 kat daha uzun. Venedik’teki St. Peter Bazilikası’ndan ilham alınarak inşa edilen yarım daire planlı ve 96 sütunlu görkemli Kazan Katedrali ile ünlü Rus yemeği stroganoff bifteğine adını verdiği de söylenen Stroganov Sarayı da bu cadde üzerinde. Grand Europa Oteli’nde yediğim stroganoff’un muhteşem olduğunu söylemeliyim. Alışveriş ve yeme-içme meraklıları bu bulvar için bir tam gün ayırabilirler.
Kentin kalbinde biri kentin kurucusu Petro’nun, diğeri İmparator I. Nikola’nın atlı heykeli arasındaki Aziz İsak Katedrali; aralarında İstanbul’umuzun Ayasofya’sının da bulunduğu en büyük (çap 21,8 m) ve en yüksek (101,5 m) kubbelerden birine sahiptir. Diğer özelliklerinden sonraki yazılarımızda bahsedeceğimiz sözünü verdikten sonra, kubbe kasnaklarının revaklarına her biri 64-112 ton ağırlığında ve 17 m boyunda, tek parça 72 pembe granit sütun yerleştirildiğine dikkat çekmek isterim. Uzak mesafelerden gemilerle getirilen ağır granit sütunların bu bataklık zeminde anıtsal bir yapıya dönüştürülmesi kolay kavranabilecek bir iş değil. 18. yüzyılın hemen başında (1703) Neva Nehri’nin deltasında, 42 ada üzerinde tümüyle Avrupa’ya öykünen planlı taştan bir kent kurmaya kalkışmak ise ölçeği bir anıtsal yapıdan onun da bir parçası olduğu bir kente büyütmek kolay anlaşılabilecek bir olay değil. Kuzeyin uzun soluklu soğuğu bu kavrayışı daha da güçleştirir. Mısır’ın çöllerinde o devasa piramitleri inşa etmek ne denli güç ve inanılmaz görünüyorsa, neredeyse aynı teknoloji ve insan gücüyle bataklık bir alanda Petersburg gibi bir kent kurmayı düşünmek ve başarmak da o denli güç ve inanılmaz görünüyor. Bunu hayal etmek için “Deli”, başarmak için “Büyük” olmak gerekir. Petro’ya bazılarının deli, bazılarının büyük demesinin nedeni bu olmalı. Petersburg’u gezerken bunu aklınızdan çıkarmayın…
Acaba Bir Delinin Hatıra Defteri adlı eserini Gogol, Petro’dan ilham alarak yazmış olabilir mi?
Bu bir üvertürdü. Petersburg ve yakın çevresini keşfetmeye devam edeceğiz.